bugün

entry'ler (253)

yaşayan en iyi türk yazarlar

ismet Özel'im de Özel'im.

sinek

Sinmeyek! Dedirtir.

yazarların hobileri

Delirmek gibi bir hobiyle meşgulum, şu son ikidir gün.

bir kızı umursamak

Mütemadiyen umursar ve mütemadiyen boynu bükük kalırım. N'apalım, iç sesim hep "bu sefer!" hıı? Diyor.

yazarların intihar etme oranları

Sevgili okur, gün içerisinde aklınıza kaç kez geliyor bu fikir?

Benim adıma, üç-beş yokluyor beni son zamanlarda. Birden sessizleşip bıçağı bilmem nerelerime saplayasım geliyor da sonra kan fışkıracaktı, yok telaş, yok kıyametti, yok iyileşme ihtimaliydi gözüm kesmiyor. Haricinde, ailemi geride bırakmak da korkaklığa kaçıyor. Ve bazen de sebepsiz çok fena yaşanılası geliyor, her şeye rağmen dünya. Aşık oluyorum, her şeye yeniden inanıyorum. ilk kez gördüğüm insanlar bana yürek veriyor. Taşı kaldırıp da altına bakınca karıncaların hışımla yürüdüklerini görüyorum... Bazen de ana/babama kızıyorum neden tam o esnadaki spermlerden biri de ben olmalıydım? Poşete bağlayıp ataydınız ya beni! Diyorum... Boş konuşuyorum be!!

türkiye nin geri kalma nedenleri

Kimden geri? Kendimizi kendimizle karşılaştırsak yine mi geri?

Ben, içinde yaşadığım zamanı tınlayıp şu an için konuşmak istiyorum. Teorik olarak fevkalade bir ülkeyiz. Kağıt üstünde ne numaralarımız var! Haricinde şatafatlı yollar, köprüler, binalarımız ve dahi zenginlerimiz de yok değil lakin bunlar hep bütünün gösterilesi yüzleridir. Kayırmacılığın nirvanada olmasıdır yüreğimi burkan. Askeri düzenin nasıl bir egomanyak insanlarla dolu olduğunu kimler biliyor? israflar, bilmem her şeyin yolundaymış gibi davranılması... Kısaca:"iş, aş" deyip de kendini asan adamı hatırladınız mı? Tuhaf gelenekler, tuhaf insanlar... Yine de Türküz, Türkü çığırırız diyoruz.

can sıkıntıs ı

Sade bir gün değil bize
Doğum günü çocuğu
Nefes alsan yeter bize
Doğum günü çocuğu

Takdirname getirirdin
Teşekkürü hor görürdün
Nice yıllar geçip gitti
Doğum günü çocuğu

Tuz ekerek kas yapardın
Her an doğru yol sapardın
Rehber oldun sen bizlere
Doğum günü çocuğu

ilim irfan hepsi sende
Ucundan da ingiliççe
Diyar gördün nice nice
Doğum günü çocuğu

Çay ağacın tanıştırdın
Bize sağlık alıştırdın
Aklımızı karıştırdın
Doğum günü çocuğu

Okur babam Alfer Adler
Öldü gitti Adolf Hitler
Zihnimizi açıverdin
Doğum günü çocuğu

94'ün baharında
Erkencikten geliverdin
Allah ömür versin sana
Doğum günü çocuğu.

otostop hikayeleri

Ankara'da bizi evine alan abiden tutun binilen tırlara kadar... Birçok otostop hatıramdan yalnızca ikisi, buyrun.

https://mustafauzbek.blog...duklarmz-otostop.html?m=1

Tokat
Çorum
Ankara
Eskişehir
Sivas

zorba

Bazı kitaplar, bazı filmler sona yaklaşırken insana hüzün verir. Bu hüzün, yeni tanıştığımız ve samimiyet bulduğumuz arkadaşımızdan kopuyor olduğumuz içindir; kopmak istemeyiz. Zorba'da kendisinde samimiyet bulduğum insanlardan, kitaplardandır.

Zorba ve Zorba'sının patronu. Bu iki karakter üzerinden gidilir. Kitabın yazarı da patrondur. Patron, hayatın gerçekliklerini, bilgeliklerini, okuyarak-düşünerek çözümleyen biridir. Zorba ise hayatın gerçeklik ve bilgeliklerini, deneyimleyerek-yaşayarak çözümler. Patron fikir, Zorba eylemdir.

Fikirler, her zaman için eyleme dönüşemezler. Eylemsizlik içinde kalan fikirler, soyut ve işe yaramazdır. Yine fikirler, hayatın gerçekliklerinden uzaklaşıp yalnızca soyut dünyada kanat çırpar ve somut dünyaya ulaşamazlar. Bu anlatılarımız, kitap içindeki patronu ve patron haricinde çoğumuzu yansıtır. Fikir dünyasında, fikirlerin kudretiyle kendimizi bilgin sayar ama Zorba'nın karşısında cahilliğimizin derinliği karşısında susmak ve onu dinlemek zorunda kalırız.

Patron, bu özellikleriyle Zorba'dan çok şey öğreneceğinin farkına varır. Onunla bir gemi yolculuğunda tanışırlar. Belli bir süre belli bir yerde beraber kalırlar. Bu beraberliklerinin sergüzeştidir, kitap. Kitabı okumamızı sağlayan yegane unsur ise kitabın baş sözlerdir. Kitap; Buda, Nietzsche gibi felsefesi kuvvetli adamların patron için çok önemli olduğu ile ilgilenir. Zorba'nın da en az bu isimler kadar önemli olduğu anlatılır, bizler de Zorba'yı merak ederiz.

Zorba, kendini bazen kelimelerle ifade edemez. Böyle durumlarda raksa kalkar ve kendini dans ile ifade etmeye çalışır. Ya da çıkarır santurunu türkü çağırır. Zorba, kaba-saba bir adamdır. Kadınlara ve Tanrı'ya olan bakış açışı fikriyce özgürlük alametleridir. Bir gün, Sırbistana başka bir gün Kayseriye... Hayatının özetidir budur.

Kitabın sonlarına doğru Patronun, Zorbaya olan hayranlığını ve ona boyun eğişini görürüz. Ama Zorba'nın deliliğine-özgürlüğüne yetişemeyen patron, bütünüyle değişim gösteremez.
Yunan edebiyatı içerisinde yer almasından dolayı da bol bol öz kültürümüzü de komşularımızın gözünden görmüş oluruz. Hatta kitabın sonlarında, Zorba'nın ağzından, Türkçe olarak:
-iki keklik bir kayada ötüyor
iki keklik bir kayada ötüyor
Ötmede keklik derdim bana yetiyor
Aman, aman yetiyor.
Türküsünü dinleriz.

Kitabı sevdimse Zorba'nın romantik edebiyat yerine gerçekçi ve hayata dair olmasını sevdim. Sevdimse, komşu adalardan Türkiye'ye bakışı sevdim. Zorba'nın saf samimiyetini sevdim. Bunların yanında hoş olmayan Zorba fikirleri de vardır. Ama ben, onu kabul edeceğim diye kendisini ve samimiyetini değiştirmez.

Herkesin bir Zorbası var mıdır? Ya da Zorba olan var mıdır? Zordur. Benim bir Zorbam oldu. Kendisiyle yolda tanıştık. Sivas'a gidecekken bizi Ankara'ya götürdü.
https://youtu.be/8lS4ScSg-hk
Hikayesinin küçük bir parçası buradadır.

Hayatın en ortasında, korkususca ve içtenlikle yaşayan kalbi hür güçlerle dolu bu insanların önünde eğiliyorum.

şimdiki çocuklar harika

Aziz Nesin, bu ismi ilk olarak lise yıllarımda duymuştum. Edebiyat öğretmenimizden bana kalan yalnızca şuydu, "Aziz Nesin, ateist bir yazardır." Bu bilgi neme lazım a, hocam? Kitabı, 2020 yılının son demlerinde okumakla; 1965 yıllarında okumak arasında, büyük bir uçurumun olduğunu düşünüyorum. Günümüz fikri, anlatılanları hemen özümseyip kahkalar eşliğinde okuyabilir bu kitabı. Çünkü kitap içerisinde yer alan hikayemsi mektuplar, "Hababam Sınıfı" gibi kült oynatılarımızda geçen konuşmaları da içerir. Kitap, iki öğrencinin birbirine yazdığı mektupların toplamıdır. Bu iki öğrenci, ortaokul yıllarındadır. Onların gözünden öğretmenleri, ana-babaları kısacası büyükleri izleriz. Kitabın salt mizah içermediği ortadadır, her mektup, mizahın yanında bir mesaj da içerir. Okuduklarım hiç yabancısı olmadığım kurgulardır. Anne babaların," Evladım, küfretmek çok günahtır, ayıptır." deyip küfretmeleri ve anne-babadan duyulup öğrenilen bu küfürleri çocuklarından duyan ebeveynlerin," Bu çocuk bu küfürleri nereden öğreniyor? Çok terbiyesizleşti, çook!" demeleri büyük bir ironidir. Mektuplar buna benzer birçok ironiyi bünyesinde barındırır. Benzetmede hata olmaz, "Köpek Kalbi" kitabını bitirdikten sonra acı acı uluyan bütün köpeklerin iç konuşmalarını duyar gibi oluyordum. Bu kurgusal konuşmalar sayesinde onlara yaklaşımım daha sevgisel ve merhametli oluyordu. "Şimdiki Çocuklar Harika" ise böylesine kitaplardandır. Okuduktan sonra, çocuklarınızı ya da öğrencilerinizi daha iyi anladığınızı düşünürsünüz. Onlara yaklaşımınız kolaylaşır ve aranızdaki bağ, eminim daha güçlü olur. "Bu kitabı salt çocuklar için değil, ana-babalarla öğretmenler için de yazdım" diyen yazara, kitap sonunda hak vermemek mümkün değil. Anlatıları kıyıdan köşeden duymam, izlemem ile " Bu kitabı daha öncesinde okumuş muyudum?" dedim ve bu deyiş heyecanımı biraz olsun sönük kıldı. Bu yüzden 1965 yılında bu kitabı ilk kez, bakire iken okumak isterdim. Onun dışında söylenecek son sözüm şudur, yazar niçin "ya da, her şey, sağ ol" gibi kelimeleri yanlış yazmıştır? Onun zamanında bu yazımların doğrusu böyle mi idi?

can sıkıntıs ı

Raif Efendi'nin canı sıkılmıyordu.
Evden işe gidiyor, sonra da dönüyordu.
Hafta sonu geldi ve görünmez oldu.
Kara defterine bir şeyler yazıyordu.

Nükhet Hanım, evden çıkmıyordu.
Canı sıkılınca spor yapıyordu.
Nükhet Hanım'ın canı hiç sıkılmadı
Türkiye güreş şampiyonu oldu.

can sıkıntıs ı

Muzaffer Bey'in canı sıkıldı.
Evine döndü ve şarap açtı.
Vivaldi dinlerken kafayı buldu.
Sonra da köpeğini öldürdü.

Adam Ç. Aylaktı.
Hedefsizce yürüyordu.
iç sesiyle konuşup
Güzel günler diliyordu.

can sıkıntıs ı

Ahmet Bey'in canı sıkıldı.
Saçlarını uzatmaya karar verdi.
Rüzgar, saçlarını savuruyordu.
Ahmet Bey'in iki kızı oldu.

Esra Hanım tek başınaydı.
Yatağında kitap okuyordu.
Müslüm astı kulaklarına.
ip boynunda sallanıyordu.

ah mercimeğim

O zamanlar on beş yaşındaydım. Aslı, mahallemizin ablalarındandı...
"Aslı" diyordum, başka bir şey demiyordum. Ama bir tek kendime diyebiliyordum. Başkasına desem beni keserlerdi. insanlar o kadar zalimdi...
Mahallemizde bir ceviz ağacı vardı. Bahçe içinde, dev gibi bir ağaç. Kızlar cevizin dibinde oturup kahkaha yuvarlardı...
Ama Aslı'm öyle biriydi ki dedikodu edip kanlı et yemez, yanında da yedirmezdi...
Her gün ama her gün bu cevizin dibi böyle kalabalıktı. Benim Aslı'ya tutkunluğum da bu cevizin dibinde başladı. Kızların göremeyeceği, gölge bir yere kuşlar gibi tünerdim. Oradan Aslı'yı seyrederek günler, haftalar geçirdim...
Aslı benim bacılarımla arkadaştı. Hele de en büyük ablamın iyi ahbabıydı. Hal böyleyken Aslı'yı sevdiğimi nasıl söylerdim?..
Kızlar vara yoğa güler, Aslı her lafa gülmezdi. Hayır hayır, somurtkan olduğundan değil, asaleti ve lacivert duruşu sebebiyle gülmez ama gülümserdi...
...Kapılar hep kapalıydı. Çünkü Aslı'ya göre ben, Halime Abla'sının en küçük yavrusuydum. Çocuktum yani...
Aslı benim ateşime, külüme bakmadı hiç. Anam Aslı'nın evleneceğini söylediğinde sofradaydık. Allah'tan yer sofrasında yiyorduk, yoksa domdom kurşunu yemiş gibi düşerdim yere. Elimde kaşık, öylece kalakaldım. Ablalarım nasıl bir hain ki benim halimi görünce "Ah mercimeğim," dediler...
içimde fırtınalar, elimde kaşık sofra başında didinirken bacılarımdan biri altımdaki minderi çekti, "Minderi güzel oğlan," dedi. Yüne gülüştüler. Bacımın minderimi çekmesiyle hatırlattığı şey, benim bir zamanlar Aslı'nın minderini çalmaya çalışmamdı...
Bu hain fikri gerçekleştirmek isterken yakalandım. O sırada Aslu geldi. Bana baktı. Ama öyle ezerek değil, ipek kumaş seçer gibi, tül perdeye dokunur gibi baktı ve "Hayırdır kuzum, ne yapacaksın o minderi?" dedi. Ben laf bulamadım. "Hiç, yani öylesine..." dedim. Aslı sabun kokulu ve serin eliyle yanağımı okşadı, "Ah mercimeğim," dedi...
Cevizin dibi kaynıyordu. Aslı'nın gelin gideceği yer Marmaris'ti. Oradaki sarrafla evlenecekti. Kızlar laf kazanını habire harlıyorlardı. Ben yine gizli yerimdeydim...
Herkes, her şeyi diyordu da bir tek Aslı'nın dilinde laf yoktu. işte oan fark ettim ki bu susmak başka bir susmaktı. Ben Aslı'nın yüzündeki her kıvrıma gecelerimi harcadığım için biliyordum. Aslı istemiyordu bu işi. " Aha, vallaha da billaha da Aslı istemiyor bu işi!" dedim...

Aslı'nın gidişi çok çabuk oldu...

Bazen arkadaşlarla pikniğe giderdik. Taş atardık sağa sola. Ben Marmaris tarafına atardım. Sanki taşım Aslı'nın sarraf kocasını bulacaktı...
Ben onu bunu bilmem arkadaş, okul çok iyi geliyor sevdalı adama. Devlet senin için kalorifer yakıp ısıtıyor; "Gel buraya, sıcacık otur," diyor. Öğretmen soru sorarsa, " Bilemedim hocam," de, boynunu bük. Boynu bükük adama kim, ne diyebilir?..
Aradan geçti bir zaman, lise bitti. "Askerlik aradan çıksın," deyip askere gittim. Komando oldum...
"Aslı'yı duydun mu kız?" irkildim. "Kızcağız zaten pek düzen tutturamadıydı. En sonunda ayrılmışlar işte...
En küçük bacıma "Kız gel seninle Aslı Abla'na bakıp gelelim. Yeni gelmiş ya hem, hoş geldin demiş oluruz...
Aslı hiç değişmemişti. Üzerine bir hırka geçirmiş. O hırkayı şu benim uyduruk bacılarım giyse çala çaput olur. Ama o hırka Aslı'da sütlü kahve üzerindeki köpük gibi olmuş...
Aslı türkümü yavaş yavaş söyledim. Anam şaşırdı.
- Deli gobel dur ecik. Bu kızın yaşını hesaba vurdun mu hiç? Biz millete ne derik? Bir evin bir oğluna dul kadın mı layıktı, hem sadece yaşı mı? Bir de hastalığı var oğlum...
Anam lafını bitirir bitirmez, kızlar da hep bir ağızdan, " Bizi de unut," dediler...
Babam,eliyle beni susturdu.
-Kızın yaşı büyükmüş. Rahatsızmış. Uykusu yokmuş. Hastalıklıymış.
-Biliyorum...
-Seviyor musun?
-Hem vallaha hem billaha.
-Madem seversin. Başka söz söylemek caiz değil. Haydi hayırlı olsun...

Bir odada ben ve Aslı baş başaydık. Aslı sesinin bütün tılsımıyla "Niye?" dedi. Derinden bir nefes aldım. Zannettim ki derin solul alırsam ecik rahatlarım. Yok, öyle olmuyormuş. işte o an sesim çıkmadı ama gözümden iki damla yaş geldi. Aslı baktı bir zaman. Sonra uzandı, eliyle göz yaşımı sildi ve "ah mercimeğim, dedi, "ah mercimeğim..."

çavdar tarlasında çocuklar

Kitabı okurken ortalarında, ben de lise anılarımı yazıversem benden de bir kitap çıkarabilir, dedim. Bu, kitabın seviyesini küçük düşürmektir. Vay be! Yazara helal olsun... böyle bir kitabı yazmak her yiğidin harcı değildir deseydim, kitabın seviyesini göklere çıkarabilirdim. Çünkü kitabın yazı dili estetik açıdan pek zayıftır. Okurların bir kısmı bu dili, sohbet havasında veya samimi bulabilir, samimi hissettirdiği söylenebilirse de bir süreden sonra yazarın diliyle, kusacak gibi oluyordunuz...
Yazar, cümleler arası geçişlerini genellikle "filan" ile bağlamış ve bu bağlayış, yazı dilinin seviyesini aşağılara çekmiştir. Kitabın kahramanı liseli biridir deyip anlatılanlar onun ağzındandır desek dahi "filan" kalıbı çok kullanıldığından olsa gerek sizi bıktırıyor.
işleniş ve akıcılık konusunda, birkaç pürüz dışında, fevkalade bir olumsuzluk göremedim. Kitabı her şeyi ile yerecek değilim. Başka birine önerebilir miyim? Önermem ama yine de okuduğuma pişman değilim. Bazı kısımlarında eğlendiğimi dahi söyleyebilirim.
Kitabı okumazdan evvel, çok popüler olduğunu bildiğimden elime almıyordum. Elime alınca inanılmaz şaşırdım, daha klasik bir eser bekliyordum.
Erotizm konuları, tam anlamıyla liseli düşüncesiyle yazılmış. Bu konuları hoş bulmasam da liselinin gözünden işlenilmesi yazarın o seviyeye başarıyla inebildiğini gösteriyor. Ya da yazar, her zaman liseli zamanlarının fikriyle mi yaşıyordur?
Kesinlikle okuyunuz diyemediğim gibi kesinlikle okumayınız da diyemediğim bir eser. Yine de 18 yaş altı okurların okumasını sağlıklı görmüyorum.

Not, başlık ile içeriği kesinlikle uyuşturamadım. Bu kitaba neden bu başlık?

dede 70

Yetmiş Yıl
70 senenin yorgunluğu ile gözlerini açtı. Saat 05.45, geçmiş alışkanlıklar kolay değişir mi? 25 yıl boyunca her gün, Almanya'da bu saatte kalkar, hazırlanırdı. Artık herhangi bir uyarıcı gerekmiyordu uyanması için. Yatağından kalktığı gibi doğru lavobaya, işemeye. Ayakta işerdi, bu onun kötü huylarından birisiydi, 25 yıl boyunca çömerek işemesine dahi fırsat vermemişlerdi. Aynada kendisiyle göz göze geldi, yaş yetmiş ama iş bitmemiş, dedi. Bunu aksatmaksızın tıraş olmasından anlıyordunuz zaten. Elini yüzünü yuğup kurulandıktan sonra evvela namazını kılmaya sonra da kahvaltı hazırlamaya niyetlendi. 5 yıldır yalnız yaşıyordu, 5 sene evvelinde eşini kaybetmişti, kardeşi gibi tezinden başkasıyla evlenmemişti. Sağa sonra sola, esselamü aleyküm ve rahmetullah...
insan, yalnız kalınca kendisi dışında kiminle konuşabilir? iç sesi durmuyordu ama bunu, dışa da vurmuyordu. Konuşacaksa karşısında bir muhattap arardı. Ucuzundan satın alıp buz dolabına koyduğu sucakları vardı. Sabah akşam ayırt etmez, kedi sesi duyunca sucukları camdan aşağıya atıverirdi. Kalın, tok sesiyle:

- Gel piji piji piji. Gel piji piji. Yaavv Avrupa'da böylee salak kedi bulaman, sucuğa gelem demezleee..

Muhattap bulunca konuşurdu anca, insan kendi kendine konuşursa deliliğe yorarlar, diye düşünürdü. Her şay tamam idi, sofrasına oturdu. Kalın parmaklarıyla yumurtasına banıyordu. Radyasunu açtı, Hah! Şu türkülerde olmasa nasıl huzur bulacağım yaav! Dedi. Muhatabı olmaksızın konuşmasını garipsedi, zaman zaman kendini tutamıyordu. Çayının son damlalarını da hüpürdetince iş, yıkamaya geldi. Elleri köpüklü, eşini hatırlı. Yaaa Emine Yaa, dedi. Bu heyhatlar, 40 yıllık beraberliğin gizini barındırırdı içinde. Zahiride kısa bir iç geçirmesidir, oysa Batınide 40 yılı kapsar. Eşini bulaşık yıkarken hatırlaması tesadüfi değildi. Bulaşık işine o öldükten sonra başlamıştı, ne yapsındı...
Komşular yeni yeni perdelerini açarken bütün işini bitirmiş, klasik kıyafetlerini giymiş, rahat rahat koltuğuna oturacakken takvim yaprağını koparma isteği duydu. 24 Ekim, doğum günü. 70 yıldır nefesi yerindeydi. Ne zaman nefessiz kalacaktı?

tefrika bir

Herhangi bir günün herhangi bir saatinde gördüklerimden, duyduklarımdan, hissettiklerimden etkilenmem pekala mümkündür. Eve ekmek almaya giderken dahi aklıma takılacak bir kelime bulabilirim.
Babamın, aklına gelen ilk kelimeleri sıraladığı bir sohbette, zamanı durdurup söylediği bir cümleyi sarmalar, bu cümle üzerine kitap yazılabilir, fikri ile dolaşabilirim. Ama sonrasında ne bir kitap yazarım ne de bir cümle aklımda kalır. Şuan ne yazacağımı tam olarak ben de bilmiyorum ama başlıyorum. Yazı hayatımın da başlangıcı saydığım o günlerden, lise yıllarımdan.

Uzun uğraşılar sonucu hangi liseye gideceğim konusunda eş, dost, akraba hepimiz fikir birliğine varmıştık. Evimden uzak olsam da memleketimde okuyacaktım. Senenin belirli bir ayında mutlaka gittiğim, büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öptüğüm, soğuğu ile meşhur memleketimde. O civarda başımı sokacak birçok kapım vardı ama yurtta kalacaktım. iyi ki de yurtta kalmışım. Bütün ayrıntılardan sıyrılıp o ilk günü anlatmak istiyorum...
Yaşadığımız şehirden okuyacağım ilçeye doğru arabayla, dualar eşliğinde babamla yola çıktık. Küçük beyaz bir arabamız vardı, hayal gücümüzü kuvvetlendirmek adına markası da Ford-escort idi, karanlıkta yola çıkmıştık. Yolda hiç konuşmuyordum çünkü çok heyecanlıydım. Bilinmeye gidiyordum, kimlerle karşılaşacaktım, nasıl arkadaşlarım olacaktı, mutlaka küçük olduğumu düşüp benimle alay edeceklerdi gibi birçok soruyu zihnimde tekrarlıyordum. Bilinmeze giden bir yolda nasıl heyecanlanılmaz ki? Arabada ilahi çalıyordu, o zamanlarda arabamızda hep ilahi çalardı. Yol, hızlıca bitiverdi ve kalacağım yurdun önünde durduk. Heyecanım fazlasıyla yükseklerdeydi. Bereket ki amcam da geldi. Yurdun kapısından girdik, babamın ve amcamın orada olması beni güvende hissettirse de heyecanım gidesi değildi. Yurt, iki katlıydı ve öğrenciler de ikinci katta kalıyordu. ikinci kata çıkınca aklımdan binlerce düşünce geçti. Bütün öğrenciler, çoğu birkaç gün önceden yurda yerleşmişlerdi bile, kapılarını açtılar ve yeni gelen öğrenciye, bana bakıyorlardı. Aklımdan geçirdiklerimin başında, bunlar çok büyük görünüyorlar vardı. Nasıl olabilir, daha 14 yaşındayım ve bunların bıyıkları var da dedim. Bütün ayrıntısını hatırlıyorum, bıyıklı olanın adı Ömer büyük olanın adı da Ali'ydi. Kalacağım odanın kapısını açınca inanılmaz rahatladım. Çünkü bu odadaki insanların bir kısmı ile Facebook'tan konuşmuş, bir kısmıyla da zaten tanışıyorduk. Mustafa vardı örneğin, eski okul arkadaşımdı. Kemal vardı, Facebook'ta konuşmuş bizzat yanına tanışmaya gitmiştim okul başlamadan, ama hepsinden önemlisi oda arkadaşlarım benim gibiydiler. Küçüktüler, bıyıkları yoktu, çok rahatlamıştım...

yazarların yaşları

Her eylül ayında yaşımı hatırlar ve üzülürüm. Ya da korkudur bu, bilemiyorum. Kaç yaşımda olduğumu bilmeseydim ne güzel olurdu.

karıncanın gözü bir fili görebilir mi

Karıncadır. Cüssesi ile diğer yaratılmışların mütemadiyen gölgesinde kalır. Hududu, dar olduğundan olsa gerek fikri de hududu kadardır. insan tükrüğü onun için bir deniz, küç dal parçaları koca bir gemi olur onun dünyasında. Karıncadır, azmine hayran kaldığımız. Saydıklarımız, karıncanın görünürü ve onun gözünden gördüğümüzü düşlediğimiz, bizim görüşümüzdür. Her şeyi ile zahiridir. Somutlar dünyasıdır. Batinide ne vardır? insan da bu hikayedeki karıncadır. Karıncanın gözü bir fili görebilir mi? Koca bir ülke sanmasın onu?

lise anıları

#Ateist arkadaşın intihar teşebbüsü#

Lise yıllarımı yurtta geçirmiş biriyim. 2.sınıfın ilk günlerindeydik, eşyalarımızı dolaplarımıza yerleştiriyorduk. O gün, ateist arkadaşım hemen yanımdaydı. Uzun düz saçları, siyah gözleri ve kıyafetleri ile kapkaranlık oturuyordu. Aradan bir hafta geçmişti ki, onun intihara kalkıştığını duyduk. Hastahaneye gidip dualar ettik. 2-3 ayın sonunda kendisini toparlayıp yeniden yanımdaki yatağa yerleşti. Artık her şey eskisinden daha uçuk-kaçıktı.

+Oğlum, korkuttun bizi yav! Dua ettik iyileşesin diye.
-Lan! Ne dua ediyonuz... Ne güzel ölecektim işte.

+Ee, neden böyle bir şey yaptın? Nasıl yaptın?

Detaylıca her şeyini anlatmıştı. izlediği bir filmi anlatıyormuş gibiydi. Daha güleçti. Dişleri yoktu, koluna demir yerleştirmişlerdi. Sonradan dişleri yapılmıştı ama bir problem vardı.
Sınıfta komik bir durum karşısında artık 2 kat gülüyorduk
Her güldürük olayda arkadaşın dişleri tam kaynamamış olacak ki, yerinden çıkıyordu. Arkadaşım da bu durumdam hoşnut, dişlerini herkese gösteriyordu.

Daha değişik günlerimiz de oldu.
Kendisi uyurgezerdi.
Uyurken birden ayağa kalkar, gece yarısı 2.30 civarı, odanın içinde istiklal Marşı okurdu. Camı açar, dışarıya işerdi.

Başka bir gün, soğan kabuklarıyla ilgili bir şeyler öğrendik. Kabukların, cin parası olduğunu duyduk. Arkadaş, bütün kabukları kendi yatağına serpti:

-Ulan! neye benziyorlar bir görmek istiyorum, dedi.

Bütün oda, saçmalama ne yapıyorsun demedi. Çünkü herkes merak ediyor ve korkuyordu. O gün ikişerlice yatmıştık. Sabah, hiçbir şey olmadı elbette. Olmalı mıydı?

Buraya yazarak anlatamayacağım kadar güzel günlerimin olduğu bir dönemdir.